BÜFOK Bülten - 16 Nisan
Analog Fotoğrafçılık, Fotoğrafçılıkta Realizm, Sokak Fotoğrafçılığı, Gökdelen Tepesinde Öğle Yemeği, Maryam Şahinyan'ın biyografisi, "Fotoğraf Bir Sanat Mıdır?" sorusuna cevap arayışı ve daha fazlası
Editör: Elif Tercan
Bu sayımızda analog fotoğrafçılık hakkında konuşup birkaç ufak öneride bulunduktan sonra fotoğrafçılıkta realizm akımının üzerinde duracak, sokak fotoğrafçılığına hızlı bir bakış atacak, dünyaca ünlü fotoğraflardan biri olan Gökdelen Tepesinde Bir Öğlen Yemeği’nin arkasında yatan hikayeyi öğrenecek, “Fotoğraf bir sanat dalı mıdır?” sorusunun cevaplarını arayacak, Türkiye'nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı olan Maryam Şahinyan’ın biyografisini işleyecek ve tek oturuşta tüketmelik izleme ve okuma önerilerinde bulunacağız.
BÜFOK’ta neler oluyor? 👀
31 Mart’ta “Mart Ayının Fotoğrafı”nı duyurduk, fotoğrafın sahibi Nur Avcı’yı tebrik ederiz.
4 Nisan’da Hakan Pizrenli ile spor fotoğrafçılığı üzerine harika bir söyleşi gerçekleştirdik.
11 Nisan’da Ahmet Emre Saka ve Burak Şimşek ile konser fotoğrafçılığı üzerine hem eğlenceli hem de bilgilendirici bir söyleşi yaptık.
12 Nisan’da kulübümüze her sene bambaşka ve besleyici temalarla konukluk eden Dilan Bozyel ile “fotoğrafta etik” konulu bir söyleşi düzenledik.
Bayram tatilinde verdiğimiz ufak bir ara sonrası etkinliklerimize ilk olarak 25 Nisan Salı günü klasikleşmiş etkinliklerimizden olan Fotoğraf Yorumlama ile dönüş yapacağız.
Geçen dönem de gerçekleştirdiğimiz Fotoğraf Üzerine Okumalar etkinliğimizin bu dönem “Görme Biçimleri” üzerine gerçekleşecek ilk seansını yapmak için 26 Nisan Çarşamba günü toplanacağız.
28 Nisan Cuma günü BUGUSTO ile Yemek Fotoğrafçılığı atölyesi gerçekleştireceğiz.
29 Nisan Cumartesi günü okulumuzun Tema topluluğu ile Belgrad Ormanı gezisine gideceğiz.
Kulübe dair güncellemelerimizi tamamladıktan sonra sizleri bu sayımızın konularıyla baş başa bırakmak istiyoruz. Keyifli okumalar dileriz!
FOTOĞRAF 101🎞️: Analog Fotoğrafçılık
Yazar: Burak Cem Onan
Nostalji ile bütünleştirdiğimiz analog fotoğrafçılığın aslında çok daha yeni bir kavram olduğunu biliyor muydunuz?
Günümüzde analog fotoğrafçılık olarak adlandırdığımız disiplin aslında önceden sadece fotoğrafçılık olarak biliniyordu. 20 yüzyılda hayatın her alanında olduğu gibi fotoğrafçılığı da etkileyen dijitalleşme, kendinden olmayanı, eski düzeni, yeni bir adlandırmaya tabi bıraktı. Dijital fotoğrafçılığın getirdiği sayısız kolaylık ile mücadele edemeyen analog, bir bir markaların bu alanda üretimlerini durdurmasıyla piyasadan silinmeye yüz tuttu. Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde dünyayı saran nostalji akımı ile ortaya çıkan ‘’Film is Not Dead’’ ve ‘’Lomography’’ gibi organizasyonlar, analog fotoğrafçılığı sahiplenerek tekrardan sektörde yer edinmesi için çalışmalara başladı. Japan Times ve diğer medya türevlerinin kendisini ‘’ölmekte olan bir sanat’ olarak betimlemesine rağmen analog fotoğrafçılık, yeni jenerasyonun genç fotoğrafçılarının desteği ile dergi ve katalog çekimleri gibi ticari işlerden hobi fotoğrafçılığına kadar her alanda tekrardan kullanılır hale geldi ve dijital fotoğrafçılığın yanında bir alternatif olarak yer almaya başladı. Artan talep ile öncesinde yatırımlarını bu alandan çekmiş Kodak, Nikon, Polaroid gibi firmalar piyasaya yeni modelleri ve yüksek tedarik oranlarıyla tekrardan giriş yaptı. Peki son zamanlarda bu kadar popüler olan analog fotoğrafçılığın onu yok olmaya sürükleyen dijitalden farkları ve tekrardan günümüze bağlayan ayırt edici özellikleri nelerdir?
Analog ve dijital fotoğrafçılıkta ki ilk ve temel fark fotoğrafı oluşturma yöntemlerinde karşımıza çıkar. Dijital kameralar görüntüyü teknolojik bir arayüz aracılığı ile dijitale aktarırken analoglar bu işlemi film ile tamamlar. Film ise esasında bir plastik şerit üzerine emülsiyon halinde sürülüp kurutulmuş ince, ışığa duyarlı bir tabakadır. Farklı dalga boylarındaki ışıklara verdiği tepkiler ile fotoğrafı oluşturur. Geçmişten günümüze kullanılan negatif, pozitif (dia), ve orta format birçok film çeşidi olsada hali hazırda en çok kullanılanlar 35mm olan 135 ve orta format olan 120 filmdir. Bir diğer fark ise görüntü üzerindeki kontrolümüz ve fotoğrafa erişim sürecinde ortaya çıkar. Dijital kameralar analogların aksine fotoğrafçıya kare üzerinde sayısız kontrol şansı sunar. Çektiğimiz fotoğrafı o anda görüntüleyebilmek ve ona göre düzenleme yapmak fotoğrafçının işini çok kolaylaştırır. Analog fotoğrafçılık için ise asıl fotoğraf oluşumu çekimden sonra başlar. Karanlık odada bir dizi kimyasal ile yapılan yıkama ve taratma işlemi sonrası fotoğraflarımız görüntülemeye hazır hale gelir. Dijitale nazaran bu uzun, meşakkatli ve görece masraflı süreç analogu yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Diğer yandan tam olarak ne ile karşılaşacağını bilmemenin ve fotoğrafın oluşumunun her aşamasına dahil olmanın verdiği haz, analogun tekrardan piyasaya tutunmasındaki ana sebeplerden bazılarıdır.
Türkiye’de artan enflasyondan payını alan film ve kamera fiyatları analog sevenler için işleri bir hayli zorlaştırsa da Sirkeci'deki daha lokal satıcıları ve güvenilir internet satışlarını takip ederek bu sevdayı devam ettirmek mümkün. Yazımızın sonuna gelirken sizler için derlediğimiz kamera ve satıcı önerilerimizi listeliyoruz:
Filmlerinizi güvenle emanet edebileceğimiz yerler:
Pamuk ticaret
Kristal Color
Güvenilir internet satıcısı:
Şeftali analog
Yeni başlayanlar için analog kamera önerileri:
Zenit 12XP
Pentax Spotmatic F Body
Pentax S3, 50mm Auto Revuenon
Olympus OM10
Yashica FX -3 Super 2000
Canon AE1
Canon EOS-3
Hakikati Hapsetmek: Fotoğrafçılıkta Realizm
Yazar: Işıl Gözet
Realizm akımı ilk olarak 19. yüzyılın ortalarında Fransa’da edebiyat dalı üzerinden ortaya çıkmıştır. Kendisinden önce gelen klasisizm ve romantizm akımlarına karşı çıkar niteliktedir. Bu akım kısa sürede resim, tiyatro ve daha sonralarında sinema olmak üzere sanatın birçok dalında olduğu gibi fotoğrafçılıkta da kendine önemli bir yer edinmiştir. Realizm akımının amacı gerçekliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektir. Bu da fotoğrafa yorum katmadan, fotoğrafı soyutlaştırmadan olanı olduğu gibi aktarmak, fotoğrafı gerçekliğin yansıtılmasında bir araç olarak kullanmak anlamına gelir. Ancak realist fotoğraf demek fotoğrafın duygu, his barındırmaması veya sadece hayatın acı gerçeklerini göstermesi demek değildir. Bu fotoğraflarda her tür duygu ve anlam olabilir, önemli olan sanatçının bunu ek bir çaba göstermeden, kurgulamadan yakalamasıdır.
Kimileri fotoğrafta realizmi bir tercih değil fotoğrafın temel niteliklerinden biri olarak görmektedir. Realizm, gördüğünüz manzara, obje ya da konunun deklanşöre basarak bir tıkla ölümsüzleştirilmesidir. Belki de realizm akımının kendisinden sonra birçok akım doğmasına rağmen günümüze gelme sebebi ve hatta hala sürrealist fotoğraflarla karşılaştırılması da bundandır. Çünkü realizm fotoğrafın yalın halidir. Realizm tıpkı adı gibi gerçekliğin ta kendisidir. Gündelik hayatta tanıklık ettiğimiz ancak fark etmediğimiz, belki de hayat koşturmacası içerisinde fark etmeye değer bulmadığımız anların bir özetidir. Belki realizmi bu kadar değerli yapan da budur. Bizi akıp giden hayatta durup soluklanmaya ve kafamızı kaldırıp etrafa bakmaya teşvik eder. Fotoğraçı Lewis Hine “If I could tell a story in words, I wouldn’t lug around a camera.” (“Kelimelerle bir hikaye anlatabilseydim, yanımda bir kamera taşımazdım.”) sözüyle realizmi kısaca özetler. Louis-Jacques Mandé Daguerre ve William Henry Fox Talbot da buna benzer düşüncelere sahiptir ve bu akımı doğanın kendini saf temsili olarak nitelendirmişlerdir.
Realist fotoğrafçılığın “romantik” tanımından biraz uzaklaşarak tarihine göz attığımızda ise, özellikle 19. yüzyıl Avrupa’sında kayıt alma ve belgeleme için kullanıldığını ve ilerleyen dönemlerde bu fotoğrafların gazetelerde de kendine yer bulduğunu görürüz. Kısaca realist fotoğraflar ortaya çıktıkça bu bakış açısının aslında dünyada olup biteni göstermek için önemli bir araç olduğu fark edilmiş ve bu akım savaşları, yoksullukları, afetleri, felaketleri ve benzeri olayları gündeme getirmek ve dünyaya yaymak için güçlü bir yöntem haline gelmiştir. Bu yüzden realist fotoğrafları incelediğimizde çoğunlukla, insan hayatını derinden etkileyen, kimi zaman travmatik olayların fotoğrafçı tarafından bizlere aktarıldığını görürüz. Son olarak realizm akımının önemli temsilcilerine Alfred Stieglitz, Edward Weston, Ansel Adams, Ara Güler, Yıldız Moran, Ozan Sağdıç, Şemsi Güner, Semiha Es, İnal Tengizman’ı örnek verebiliriz.
Kuş Bakışı🦅: Sokak Fotoğrafçılığı
Yazar: Dilba Akar
Aynı sokaklardan kendimiz geçsek dahi, gördüğümüz duyguyu bir daha yakalayamayacağımızı hissettiren bazı fotoğraflar vardır. Bu fotoğraflar, şehrin sokaklarındaki tesadüfleri, karşılaşmaları ve günlük hayattaki kesitleri yakalamaya çalışan sokak fotoğrafçılığı türünün birer örneğidir. Bu yazımızda sokak fotoğrafçılığının bazı türlerine, tarihsel gelişimine ve öne çıkan isimlerine değineceğiz.
İlk olarak, “candid” fotoğraf kavramına bir göz atalım. Candid fotoğraflar anı yakalamak üzerine kurulu olduğundan, kurgu fotoğrafı dışlar ve kompozisyonun mükemmeliğinden ziyade ifadelere yoğunlaşır, kısaca hisleri aktarmayı hedefler. Sokak fotoğrafçılığıyla özdeşleşen bu kavramın ardından, sokak fotoğrafçılığını daha detaylı inceleyebilmek adına okuyucularımızı alanın tarihsel gelişimini okumaya davet ediyoruz.
Dünden bugüne anı yakalama girişimleri
1838 senesinde kimyager ve sanatçı Louis Daguerre’nin 10 dakikadan uzun süre pozlama yaparak, sokak fotoğrafçılığının doğduğu yer olarak bilinen Paris’te çektiği “Tapınak Bulvarından Görünüm” adlı fotoğrafı, içinde insanları barındıran ilk fotoğraf olma niteliği taşıyor.
Özellikle 1990’lı yıllardan sonra fotoğraf makinelerinin üretim maliyetlerinin düşmesi ve DSLR dijital fotoğraf makinelerinin icadı ile birlikte fotoğrafçılık lüks bir hobi olmaktan çıkıyor ve fotoğraf makinelerinin kullanımı yaygınlaşıyor. Böylece fotoğraf çekmek, daha çok insan için ulaşılabilir bir hale geliyor. Fotoğrafçılık alanında adeta devrimsel bir nitelik taşıyan bu gelişimin sonucunda özellikle pratik yapılmasının ve ulaşılabilirliğinin kolay olması sebebiyle sokak fotoğrafçılığı da hızlı bir şekilde gelişim gösteriyor.
Bu gelişim esnasında, fotoğrafçıların çekim tarzları ve teknik eğilimlerinin zamanla farklılaşması sonucunda sokak fotoğrafçılığının kendi içinde alt türleri oluşmaya başlıyor:
Genelde önden hazırlık yapılarak geometrik temaların ön plana çıktığı Fine Art sokak fotoğrafçılığını benimseyen Rupert Vandervell, eserlerinde yüksek kontrasta sahip ve simetrik estetiğe önem veren kompozisyonlar kullanıyor.
İnsanları hayatın akışına hiç müdahale etmeden fotoğraflama amacı güden agresif sokak fotoğrafçılığı, pek sık duyulan bir tür olmasa da cesaret gerektiren ve teknikleri doğrultusunda oldukça iyi sonuçlar elde edilen bir tür. Bu türün öne çıkan isimlerinden biri ise insanlara çok yakın mesafeden çektiği fotoğraflar ile tanınan Bruce Gilden.
Parantez: Henri Cartier-Bresson
Candid fotoğraf kavramının ustası kabul edilen Fransız fotoğrafçıdan bahsetmeden sokak fotoğrafçılığını anlatamazdık. Kendisi, aynı zamanda Fotojurnalizm, yani haber fotoğrafçılığının da öncülerinden biridir. Sizleri yakaladığı anlık fotoğrafların güzelliği ile hepimizi büyülemeyi başaran sanatçının öne çıkan fotoğrafları ile baş başa bırakıyoruz.
Nasıl yapılır?: Sokak fotoğrafçılığının teknik gereksinimleri
Oldukça öznel bir alan olan sokak fotoğrafçılığını benimsemek isteyenler için ideal ekipmanları belirlemek her ne kadar zor olsa da, teknik anlamda göz önünde bulundurması gereken bazı önemli noktalara değineceğiz.
Sizler de sokaklarda özel anları yakalamanın peşindeyseniz, ister telefon, dijital kamera, isterseniz de analog kamerayla çekim yapıyor olun, en çok işinize yarayacak tüyolardan biri enstantane hızını yüksek tutmak olacaktır.
Her ortamda enstantaneyi yüksek tutamayacağımız için çekimi gece veya gündüz yapıyor oluşunuza göre ISO değerinizi ayarlayabilirsiniz.
Taşıma kolaylığı sebebiyle uzun süreli çekimler için aynasız ve ufak gövdeli fotoğraf makinelerini tercih edebilirsiniz.
Ayarlanabilir LCD ekranları olan makineler ise hareket kabiliyetimizin yüksek olmadığı durumlarda farklı açıları daha rahat görebilmemiz açısından fayda sağlayacaktır.
Peki hangi lens kullanılmalı? Bu sorunun cevabı geniş açıları yakalayan fotoğrafları veya yakın çekimleri tercih etmemize bağlı değişiyor. Fakat genel kullanım için özellikle keskinlik açısından güzel fotoğraflar elde edebileceğimiz f/2-2.8 gibi açık diyafram değerlerine sahip 15-35mm lensleri tercih edebiliriz.
İlham kaynağı fotoğraflara göz atıp teknik detaylar hakkında fikir edindiğinize göre kendinizi sokakların ruhunu keşfeden bir gezinin kollarına bırakmanızı tavsiye ediyor, keyifli anlar diliyoruz 🚶🏻♀️
İZ: Bir Gökdelen Tepesinde Öğle Yemeği
Yazar: Elif Cansu Kumanlı
Bir Gökdelen Tepesinde Öğle Yemeği (Lunch Atop a Skycraper) son yüzyılda çekilmiş ve çekildiği döneme kuşkusuz izini bırakmış fotoğraflardan biri. İlk olarak New York Herald Tribune gazetesinin bir pazar ekinde yer alan fotoğrafın başta reklam amaçlı yayımlandığı düşünülüyor. Fotoğrafın cam negatifi ise kırık bir şekilde Corbis şirketinin arşivinde bulunuyor. Bu kareye bir yerde denk geldiyseniz şöyle bir bakış atıp geçmenin ve ‘bu adamlar kim ve bu kadar yüksekte ne yapıyorlar’ diye sormadan durabilmenin mümkün olmadığını fark etmişsinizdir. 20 Eylül 1932 tarihinde Büyük Buhran ile sarsılan Amerika’da, New York’taki Rockefeller Merkezi inşaatında çalışan işçilerin öğlen yemeklerini yedikleri bu görüntü hakkında türlü spekülasyonlar mevcut. Amerika sokaklarında kopyası en çok satan fotoğraflardan biri olan bu esere bakan birçok kişi işçilerden birinin akrabası olduğunu iddia eder, işçiler hep tanıdık hep birilerine benzetilir fakat ne işçilerin ne de fotoğrafçının kimliği kesin olarak bilinmemektedir.
New York’u inşa eden bu korkusuz adamlarla ilgili seyirciye bu kadar samimi, içten gelen nedir sorusunun cevabını ise Amerika ve göçmenlerinin hikayesinde bulabiliriz. Fotoğrafın çekildiği yıllarda tehlikeli işlerde güvenliksiz çalışan binlerce göçmen Amerika’ya binbir umutla, bir ‘rüyanın’ peşinden gelmişlerdi. Şimdi onların torunları, çocukları veya akrabaları bu cesur adamların ve Amerika’nın bir parçası olma gayesi ile tanıdık olduklarını anlatıyorlar; doğru yahut yanlış, onlar aslında bu karede kendilerinden bir şeyler görüyorlar, kareyi ‘samimi’ buluyorlar ve evlerinde sergiliyorlar. Öyle ki, bizzat tecrübe ettiğime göre göçmen işçi sınıfının sembolü haline gelen bu kareyi İstanbul’da bir kebapçının duvarında bile görmek mümkün!
Fotoğraf Bir Sanat Dalı Mıdır?
Yazar: Melike Dere
İnsanların sıklıkla üzerine konuştuğu ve yine sıklıkla polemik yaratan bu soruyu, yazımda biraz derinlemesine irdelemek istiyorum. Fotoğrafçılık, işlevsel kullanımları dolayısıyla zanaat olarak adlandırılabilen bir alan. Estetik yönüyle ise sanat sayılıp sayılmamasına dair fikir ayrılıkları mevcut. Tarih boyunca neyin sanat olarak nitelendirilebileceğine dair düşüncelerin mütemadiyen değişmesi sebebiyle sanatın tanımı da hep tartışma unsuru oldu. Ancak kendi bakış açımdan tarifini vermem gerekirse sanat, idrak ettiğimiz gerçekliğin yaratıcı ellerde emsalsiz bir şekilde yeniden yorumlanmasıdır. Google'daki tanımına göre ise sanat, yaratıcılığı ve hayal gücünü içermelidir. Peki sadece teknik bilgiler ve nitelikli ekipman ile çekilen fotoğraflar ne kadar kişiye özgü olabilir? Fotoğrafın sanat olmadığını savunanlar, yaşadığımız dijital çağdaki teknik imkanlar sebebiyle işin hayalci bir yanının kalmadığını, bu sebeple fotoğrafın sanatın değil teknolojinin bir ürünü olduğunu düşünüyorlar. Örnek olarak aşağıda bulunan, OMM Müzesinde çektiğim bu fotoğrafı, Google'dan bulduğum benzeriyle birlikte ele alalım.
Bir müzenin iç mekanında çektiğim bu fotoğraf, nispeten güzel sayılabilecek bir kare. Ancak müzeye dair ufak bir araştırma yapıldığında bile aynı yerin nerdeyse aynı şekilde birden çok fotoğrafını görebiliyoruz. Bu durum fotoğrafın sanat olabilmesi için dikkate almamız gereken etmenlerden biri olan özgünlüğü sorgulatabilir. Bu noktada neredeyse kelimesinin altını çizmek istiyorum çünkü John Berger'in Görme Biçimleri kitabında anlattığı gibi bakmakla görmek arasında farklılık var. Dolayısıyla bir fotoğraf sanatçısı, fotoğraf makinesine gözünü dayadığı zaman herkesin gördüğünü görmüyor, herkesin gördüğünü eşsiz bir bakış açısıyla görüyor. Bu noktada fotoğrafı yaratanın fotoğraf makinesi değil ardındaki fotoğrafçı olduğunu söyleyebiliriz. OMM Müzesinden çekilmiş fotoğraf örnekleri de açı, ışık, perspektif gibi farklılıklarıyla her çekilen fotoğrafın yaratıcısının biricik bakışını gözler önüne seriyor.
Türkiye'nin en değerli foto muhabirlerinden Ara Güler`in bu konudaki fikri ise şu şekilde:
"Ben sanatçı değilim, ben sadece gördüğümü çekiyorum. Fotoğraf niye sanat değildir? Çünkü hakikatın parçasını yakalayan bir şeydir. Hakikat olduğu için fotoğraf mevcuttur. (...) Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zapt ediyorsun. Bir makina ile tarihi durduruyorsun."
Alıntısından da fark edildiği üzere kendisini sanatçı olarak adlandırmaktan hoşlanmayan ve röportajlarında da sıklıkla bunu belirten fotoğrafçı, tıpkı bültenimizin fotoğrafta realizmi anlattığımız kısmında değindiğimiz gibi fotoğrafı hakikatin parçasını yakalamak olarak görüyor ve fotoğrafı sanat olarak adlandırmamayı tercih ediyor. Ancak ben burada `Sanat, bize hakikati bildiren bir yalandır.` diyen meşhur ressam Pablo Picasso'ya eşlik edeceğim, ne de olsa bazı soyut sanatçılar dahi hakikati resmettiğini iddia ediyor. Bütün bir dalı alıp sanattır veya sanat değildir diyerek kapsayıcı bir şekilde nitelemenin doğru olmadığını düşündüğüm için sanat kaygısı güden, eser sahibinin bilincinden kopanları görebildiğim eserleri sanat rafına koymakta sakınca görmüyorum. Kesin yargıları köşeye bırakıp `Fotoğraf Sanat Mıdır?`sorusunun karşıt noktalarına değindikten sonra, hem Ara Güler'in deyimiyle “zamanı donduran tarihi belge”, hem de Susan Sontag`nın deyimiyle "ağıtlı bir sanat" niteliğinde gördüğümüz iki bakış açısının da dahil olduğu fotoğrafları sizler için derlemek istedik.


Biyografi: Maryam Şahinyan
Yazar: Ceren Karakuş
1911 yılında Sivas’ta dünyaya gelen Ermeni asıllı sanatçı Maryam Şahinyan, Türkiye'nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı olarak tanınır. Dedesi Meclis-i Mebusan’da Sivas ilini temsilen milletvekilliği yaptığından dolayı güçlü ve varlıklı bir ailede büyüyen sanatçının 5 kardeşi ve fotoğrafçı bir babası vardı. Ancak aile, 1915 yılında Ermeni Soykırımı sebebiyle göçe zorlandı ve İstanbul’a yerleşti. Esayan Ermeni Okulunu bitirip Sainte-Pulchérie Fransız Lisesi’ne başladı ancak maddi sıkıntılar sebebiyle mezun olamadı. Yine maddi sıkıntılar sebebiyle önce Foto Galatasaray’da babasının yanında çalıştı sonra da stüdyonun başına geçti. 1937 yılından itibaren stüdyodan kazandıklarıyla ailesini geçindirdi. 1985 yılında Foto Galatasaray el değiştirdi.
Foto Galatasaray’ın arşivi stüdyoyu devralan Tomasyan’ın deposunda bulunuyordu ve yıllar sonra araştırmacı yazar Tayfun Serttaş ve iş arkadaşlarına ulaştı. Bu arşiv, 1935-1985 yıllarında Maryam Şahinyan’ın çektiği fotoğraflardan oluşan 200.000 resimlik bir arşivdi. 1 Kasım 2011 – 8 Ocak 2012 tarihleri arasında SALT Galata’da herkese açık olarak sergilendi. Serttaş, 2011 yılında “Foto Galatasaray” adlı bir albümde de stüdyonun işlerini basılı olarak yayınladı.
Şahinyan, fotoğraflarında azınlıklara, çocuklara ve tabii ki ailelere bol bol yer verdi. Fotoğraf alanında teknolojide pek çok yeniliğe tanıklık etse de hep körüklü ahşap fotoğraf makinesi ve siyah-beyaz tabaka filmlerle çalıştı. Geçtiğimiz yıllarda arşivden paylaşılan fotoğraflar sosyal medyada kuir topluluklarda ses getirdi; beğenildi, paylaşıldı ve duygulandırdı. Her fotoğrafçı gibi kendi fotoğraflarından çok objektifine aldıklarının biliniyor olması doğal bir durum olsa da, Şahinyan’ın kendi fotoğrafları arasında birkaç vesikalıktan başka günümüze ulaşan olmamış. 1996 yılında İstanbul Şişli’de hayata gözlerini yuman Şahinyan, Şişli Ermeni Mezarlığı’na defnedildi.
Seyir Köşesi 👀: Finding Vivian Maier, 2013 (94 dakika)
Yazar: Dilba Akar
Hikayesine BÜFOK Bülten’in geçtiğimiz sayılarında yer verdiğimiz Vivian Maier hakkında çekilmiş belgesel şeklinde ilerleyen bu film, bir açık arttırmada tesadüfen Vivian Maier’in negatifleri ile dolu olan kutuyu bulan bir tarih öğrencisinin bu konunun peşinden giderek hayatı gizemlerle dolu fotoğrafçı hakkında detaylı araştırma yapması üzerine başlıyor. Flickr üzerinde paylaştığı fotoğrafların yoğun ilgi görmesinden sonra Vivian Maier’in fotoğraflarını dünya ile tanıştırmaya karar veren bu öğrenci, fotoğrafları tarattıktan sonra müzelerle anlaşıp bir sergi açmak istiyor. Yaşadığı süre boyunca tanınmamış olan Vivan Maier, araştırmacının Şikago’da açtığı sergi sayesinde beklenilenin ötesinde ilgi görüyor.
Özellikle sokak fotoğrafçılığına ilgisi olan ve tutkusunun ürünü olan yüz binin üzerinde fotoğrafını kapalı bir kutuda saklı tutan Vivian Maier’in gizemli hayatını merak eden herkese bu belgeseli izlemesini tavsiye ediyoruz.
Okuma Köşesi 📚 : Ian Haydn Smith - Fotoğrafın Kısa Öyküsü
Yazar: Elif Cansu Kumanlı
Fotoğraf tarihindeki janrlar, klasik eserler, temalar, akımlar ve tekniklere yönelik harika bir kılavuz diyebiliriz. Ünlü film eleştirmeni ve editör Ian Haydn Smith’in hazırladığı bu eser fotoğrafa yeni başladıysanız ve bir çırpıda kendinize bir temel oluşturmak istiyorsanız sizin için biçilmiş kaftan olabilir! Kitap bölümlere ayrılmış, görseller ile desteklenmiş ve hap bilgiler ile donatılmış; kolay takip edilebilen iç tasarımı bu eseri diğerlerinden ayıran en önemli özelliği. Bütün fotoğraf meraklılarına öneriyor, şimdiden iyi okumalar diliyoruz!