BÜFOK Bülten-30 Haziran 2025
Biyografi: Motaz Azaiza, Görsel Hafıza ve Fotoğrafın Politik Rolü, Boğaziçi'nde Alternatif Mezuniyet, Boğaziçi Pride Arşivi ve Seyir Köşesi: "The Salt of the Earth" (2014) ve çok daha fazlası...
Editörler: İpek Akbaş ve Simay Salman
Bu sayımızda:
İstanbul’un temmuz ayı sergi takviminde öne çıkan ücretsiz ve bağımsız sergileri bir araya getiriyor, şehrin kültürel nabzını tutuyoruz,
“Biyografi” köşesinde bu kez, savaşın ortasında halkının sesi olan Filistinli foto muhabir Motaz Azaiza’nın hayatı ve etik duruşuyla tanışıyoruz,
“Görsel Hafıza ve Fotoğrafın Politik Rolü" başlığı altında, terk edilmiş mekânların estetikleştirilmesinin ardındaki tarihsel travmaları ve özellikle yakın dönemde dünyada şahit olduğumuz olaylar üzerinden fotoğrafın tanıklık rolünü sorguluyoruz,
Alternatif Mezuniyet’e yer verdiğimiz yazımızda, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yok edilmeye çalışılan bir geleneği dayanışmayla dönüştürme gücünü hatırlıyoruz,
“Boğaziçi Pride Arşivi” ile üniversite hafızasının en renkli ve direngen parçalarından birini görünür kılıyor, geçmiş yürüyüşlerin izini sürüyoruz.
Ve son olarak, Seyir Köşesi bölümümüzde, geçtiğimiz ay kaybettiğimiz Sebastiao Salgado’nun fotoğrafla hem dünyaya hem doğaya tanıklık ettiği “The Salt of the Earth” (2014) belgeseli ile insan türünün yıkıcılığına ve onarıcılığına bir arada bakıyoruz.
BÜFOK’ta Neler Oluyor?
Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü olarak geride bıraktığımız eğitim döneminin ardından her ayın 30’unda sizlerle olmaya devam ediyoruz!
Bu ay aynı zamanda BÜFOK Bülten’in özel sayısı “Öğrenci Gözünden Eylem Fotoğrafçılığı” röportajımızı yayınlamıştık. Hala göz atmadıysanız buradan okuyabilirsiniz.
“Barış senin kadrajında nasıl gözüküyor?”. Her sene çıkardığımız ve bu sene “Barış” temasında olan fanzinimiz için çok yakında çalışmalara başlayacağız. Biz barışı sadece bir sonuç değil, bir yol olarak düşünüyoruz. Fotoğrafın gücünü, barışın sesini yükseltmek için kullanmak istiyoruz. Eğer sen de fanzinimize katkıda bulunmak istersen siyah beyaz fotoğraflarını bekliyoruz. Son gün 30 Haziran!
Kendimiz olduğumuz için susturulmadığımız, özgürce her rengimizi yaşayabildiğimiz bir gelecek dileğiyle Onur Ayı’nı kutlar ve keyifli okumalar dileriz! 🌈💗
İstanbul’da Neler Oluyor? 👀: Temmuz Ayında Gezebileceğiniz Sergiler
Yazar: Elif Tercan
Taksim Sanat- Faik Şenol: “ŞEHRİN HAFIZASI”
Faik Şenol’un İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ arşivinde yer alan fotoğraflarından oluşan özel seçkisi izleyiciyle buluşuyor. İstanbul’un farklı dönemlerine tanıklık eden bu kareler, şehrin gündelik hayatından büyük toplumsal olaylarına, bireysel yüz ifadelerinden kent manzaralarına uzanan geniş bir yelpazede hem belgelenmiş bir geçmişe hem de görsel bir anlatıya dönüşüyor.
“Faik Şenol: Şehrin Hafızası” sergisi, sizleri hem usta bir foto muhabirin vizyonuyla tanışmaya hem de geçmişin İstanbul’unda kısa bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor. Sergi, 16 Mayıs – 31 Temmuz tarihleri arasında Taksim Metrosu -1. katta bulunan Taksim Sanat’ta ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz.
Tarih: 16 Mayıs – 31 Temmuz 2025
Mekan: Taksim Sanat, Beyoğlu
Pera Müzesi- Samih Rifat: “Çok İş Var Yapacak”
Fotoğrafları, çevirileri, belgeselleri ve yazılarıyla tanıdığımız, kültür dünyasının önemli isimlerinden Samih Rifat’ın “Çok İş Var Yapacak” sergisi, “bir sanat ve düşünce eylemi” olarak tanımlayabileceğimiz, etik ve estetikten ödün vermeyen üretimlerinden yola çıkarak yaratma sürecini açmayı ve erken kaybettiğimiz, gerçek bir "hezârfen"i anlamayı amaçlıyor.
Hem Batı’nın hem Anadolu’nun sanat ve düşünce mirasından beslenen, geniş ilgi alanlarıyla yetkin bir kültür insanı olan Samih Rifat, farklı uğraşlarını kendi estetik doğrultusu ve ahengiyle bütünleyici araçlar olarak kullanırdı. Çalışmalarındaki yapılandırma yeteneği ve denge duygusunda eğitimini aldığı mimarlığın izleri görülse de –kısa dönem restoratörlüğü dışında– hiç mimarlık yapmadı.
Yaptığı işler içinde kendine en yakın bulduğu fotoğrafçılıktı; fotoğraf sanatçısı değil fotoğrafçı nitelemesini tercih ederdi. Dergilerde yayınlansın, yazılara eşlik etsin, kitaplarda kullanılsın istedi fotoğrafları, sergilemeyi hiç düşünmedi, sergi açmadı. 80’li yılların başından itibaren, çeşitli dergilerde fotoğrafla, fotoğrafçılarla, fotoğraf kitapları ve sergileriyle ilgili yazıları yayımlandı. Fotoğrafın bazı isimlerine ve kimi fotoğraf yazılarına yer verdiği Akla Kara Arası adlı kitabı ise 2002 yılında çıktı.
Rifat, aynı zamanda çeşitli konularda belgeseller çekti. TRT için yaptığı “Simurg-Gerçeğin Peşinde Otuz Yolcu”, 15 bölümde sanatçı ve bilim insanlarını bir araya getiren en önemli belgesel dizilerinden biri oldu.
Erken yaşlarda çeviri yapmaya başlayan Rifat ilk çevirilerini Yazko çeviri dergisinde yayımladı. Dillere, Türkçeye olan tutkusunun, Türk Dil Kurumu kurucularından dedesi Samih Rifat Bey ve Türk şiirinin ustalarından babası Oktay Rifat’dan geldiğini söyleyebiliriz.
Kendine yakın bulduğu yazarları, kitapları çevirdi. Günümüzde pek az rastlanan bir titizlikle yaptı eşsiz çevirilerini. Bizans ozanlarından, filozoflarından çağdaş Fransız şairlerine, pek çok metni ustaca aktardı Türkçeye. Antik dünyaya olan merakı yüzünden son yıllarda eski Yunanca öğrenmeye başlamıştı. Ferit Edgü kendisi için “Çevirdiği şairlerin, filozofların sözcüklerindeki sesi, tınıyı duymak ve okurlara duyurabilmek için” diyordu. Yayın dünyası içinde sadece çevirmen olarak değil, yazar, danışman ve yayın yönetmeni olarak da yer aldı. Ölümünden sonra yayımlanan “Çocuğu Anlat Bana” Samih Rifat’ın ilk ve tek şiir kitabı. Bir diğer kitabı olan Ada ise çocukluğuna dair incelikli, kısa metinlerden oluşuyor.
“Çok İş Var Yapacak” sergisinde, 2007 yılında kaybettiğimiz, şiirsel yaratıcılığı ve ince zevki yaptığı her işte kendini gösteren, öncülük ettiği pek çok projede farklı geleneklerle değerbilirlik üzerinden ilişki kuran, işbirliği ve dostluğu ustaca bir araya getiren Samih Rifat’ın fotoğrafları, kitapları, kimi defterleri, çizimleri ve belgeselleri yer alıyor. Bu sergi, sanat ve düşünce hayatının tam ortasında yer almış “alçak gönüllü bir aydın” portresi olmasının yanısıra, kültür-sanat dünyasının bir dönemine de ışık tutuyor.
Tarih: 20 Mart - 17 Ağustos 2025
Mekan: Pera Müzesi, Beyoğlu
Institut Français- Mediterraneo: “Baskı Altında Bir Deniz”
Institut français Türkiye, Akdeniz’in çevresel tehditlerine dikkat çekmek amacıyla düzenlediği etkinlik dizisi “Akdeniz, Baskı Altında Bir Deniz”e “Mediterraneo” adlı fotoğraf sergisi ile devam ediyor. Sergi; İzmir, Ankara, Muğla ve Eskişehir’den sonra 18 Haziran-26 Temmuz tarihleri arasında Piksel Creative Solutions’ın desteğiyle İstanbullu sanatseverler ve çevrecilerle buluşuyor.
Medeniyetlerin beşiği ve biyolojik çeşitliliğin merkezi olan Akdeniz, bugün dünyanın en çok tehdit altındaki deniz ekosistemlerinden biridir. Okyanus yüzeyinin yalnızca %0,7’sini oluşturmasına rağmen, dikkate değer bir endemizm oranına sahip olan bu deniz, deniz faunasının yaklaşık %8’ine ve floranın %18’ine ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bu doğal cevher; küresel ısınma, kirlilik, kıyı kentleşmesi, kitle turizmi, aşırı avlanma ve istilacı türlerin ekolojik dengeyi bozması gibi etkenlerle oldukça yoğun bir baskı altındadır.
Sergi, bilim insanları ve sanatçıların bakış açılarıyla bu eşsiz denizin hem kırılganlığını hem de dayanıklılığını ele alıyor. Özellikle avlanmanın yasaklandığı bölgelerde, halk katılımı ve yenilikçi yönetim anlayışı sayesinde biyolojik çeşitliliğin yeniden canlandığı Gökova Deniz Koruma Alanı serginin merkezinde yer alıyor. Gökova, hâlâ gri köpekbalıklarının üreyebildiği, Akdeniz foklarının görülebildiği nadir bölgelerden biri. Öte yandan, Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla birlikte deniz suyu sıcaklığı artmakta ve bu artış istilacı türlerin yayılımını hızlandırmaktadır. Gökova bu duruma karşı ciddi bir mücadele vermekte olup, bu yönüyle de ayrıca büyük bir öneme sahip.
Sergide koruma alanlarında gerçekleştirdiği dalışlarla defalarca ödül kazanmış fotoğrafçı Laurent Ballesta’nın ve 2024 Fransa Su Altı Fotoğrafçılığı Şampiyonu Tony Viacara’nın eserleri çeşitli çağdaş sanat yapıtlarıyla birlikte yer alıyor. Günümüz sanatçılarının birçoğu, ekolojik krize karşı duyarlılıkla sürdürülebilirlik, ekolojik hafıza ve onarım temalarını ele alıyor.
Hicham Berrada’nın görünmeyen doğal süreçleri kimya ve şiirle harmanladığı işleri, Julie Chaffort’un yaşamla olan duygusal bağlarımızı sorguladığı videoları bu yaklaşımın örneklerinden. Glenda León doğanın gizli dillerini araştırırken, Francis Alÿs, özellikle basit ama derin metaforlar taşıyan eylemler yoluyla hareketi, kırılgan bölgeleri ve dengesizlikleri sorguluyor.
Bu sanatçıların sergideki varlığı ortak bir inancı yansıtıyor: Sanat, farkındalık yaratabilir, duygulara hitap edebilir ve çevremize yönelik saldırılar karşısında duyarlı bir direniş biçimi sunabilir. Bu eserler, çevresel sorunları doğrudan betimlemektense onlara estetik ve simgesel bir güçle yaklaşarak bilimsel bakış açısını tamamlıyor ve derinleştiriyor.
Bu ay Nice’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı ile birlikte, Mediterraneo sergisi hem harekete geçme aciliyetini hem de – yaşamla olan ilişkimizi yeniden düşünürsek – Akdeniz’in kendini yeniden yaratma kapasitesini hatırlatıyor. Baskı altında bir deniz, ama sessiz değil. Sanat aracılığıyla yeniden nefes alan, hafızasını tazeleyen ve geleceğe dair bir arzu geliştiren bir deniz.
Sanatçılar:
Laurent Ballesta, Tony Viacara, Francis Alÿs, Hicham Berrada, Julie Chaffort, Glenda León, Saint Joseph Lisesi
Giriş ücretsizdir.
Tarih: 18 Haziran – 26 Temmuz 2025
Mekan: Institut Français
Depo İstanbul- Waseem Ahmad Siddiqui: “…Şimdi! (Evinizde kalabilir miyim?)”
Depo, 6 Mayıs – 12 Temmuz tarihleri arasında Waseem Ahmad Siddiqui’nin …Şimdi! (Evinizde kalabilir miyim?) isimli kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.
…Şimdi! (Evinizde kalabilir miyim?) zamanın inceliklerine, yerinden edilmeye ve bu iki olgunun tekrar eden süreksizliklerinde umudun rolüne odaklanıyor. Waseem Ahmad Siddiqui’nin bir deneme olarak da nitelendirdiği sergisi, ziyaretçisiyle samimi bir karşılaşma ve birliktelik arayışından yola çıkıyor.
Yerinden edilme kaygısı yalnızca mekânı mı ilgilendirir, yoksa aynı zamanda bir ölçek sorunu mudur? Bu kaygı, evinde olmayanların kişisel deneyimleri üzerinde nasıl bir etkiye sahiptir? Waseem Ahmad Siddiqui, ağırlıkla ses kayıtları, metin ve çizimlerinden oluşan bu sergide, öncelikle kendi hafızasından yola çıkıyor; bu bağlamda Walter Benjamin’in ‘şimdinin zamanını’(Jetztzeit) ele alıyor. Siddiqui bu denemesinde yer değiştirmeye sadece mekânsal değil, aynı zamanda zamansal bir kesinti olarak yaklaşırken belirsizlik karşısında bir direnç kaynağı olarak gördüğü “hayal kırıklığına uğramış umudu” çeşitli malzeme ve ölçeklerde araştırıyor.
Waseem Ahmad Siddiqui, Lahor doğumlu ve İstanbul’da yaşıyor. İlgi alanları arasında yer değiştirme, mekânsal hikâye anlatımı ve sınırlarla ilişkili otobiyografik metodolojiler yer alır. Siddiqui aynı zamanda Apaçık Radyo’nun kalıcılık ve geçicilik, içerme ve dışlama, kamusal ve özel, misafir ve ev sahibi gibi kavramlara mültecilik perspektifinden yaklaşan programı Hüsnükabul’ün programcılarındandır.
*Imaj: Waseem Ahmad Siddiqui, Aile Arşivi, Dada (دادا ) Rahmatullah Khan, Şalimar Bahçesi / Family Archive, Dada (دادا ) Rahmatullah Khan, Shalimar Garden, 1953.
Tarih: 6 Mayıs – 12 Temmuz 2025
Mekan: Depo İstanbul, Beyoğlu
Biyografi: Motaz Azaiza
Yazar: Elif Cansu Kumanlı
Motaz Azaiza, 30 Ocak 1999 doğumlu Gazzeli bir foto muhabiridir. Ekim 2023’te başlayan İsrail’in Gazze saldırılarını Instagram hesabında paylaştığı süreçte büyük bir takipçi kitlesine ulaştı, güncel olarak da 16.7 milyon takipçi sayısına sahip. Azaiza’nın filtresiz paylaşımları ve fotoğraflarının sansürsüz gerçekliği kamuoyunun yaşanan felaketle yüzleşmesini sağladı. Kendisini bir gazeteci değil, fotoğrafçı olarak tanımlayan Azaiza, İsrail’in dışardan basın mensuplarını bölgeye almadığı bu süreçte 108 gün boyunca halkının sesi ve umudu oldu. Onun bu cesareti ve Batılı medyanın gizlediği gerçekleri tüm çıplaklığı ile ortaya koyuşu büyük ses getirdi ve birçok ödülü kazanmasını sağladı. Yıkılan bir evin enkazı altında kalan kızın fotoğrafı, çatışmanın insani maliyetinin sembolü haline geldi ve TIME dergisi tarafından 2023’ün En İyi 10 Fotoğrafı arasında gösterildi. GQ Middle East tarafından 2023 yılında ‘Man of the Year’ seçildi. TIME 2024 yılında kendisini En Etkili 100 İnsan Listesi’ne aldı. Aynı yıl şubat ayında İstanbul’a gelerek 2023 yılında kazandığı TRT Dünya Vatandaşı Ödülünü teslim aldı. 2024 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen dört Filistinli gazeteciden biriydi.
Bana kalırsa bu kadar geniş bir kitleye ulaşmasının arkasında 2021 yılında İngiliz Dili lisansını tamamlamış olması da yatıyor. İyi seviyede yabancı dil bilmesi ve Batı kültürüne hakim oluşu onu daha “anlaşılır” kılıyor. CNN’e verdiği bir röportajında Gazze’deki savaşı değil, güzellikleri çekmek isterdim diyor ve “Ben gazeteci değil, fotoğrafçıyım.” diye ekliyor. Geçtiğimiz ay Oxford Üniversitesi’ndeki bir söyleşiye davetliydi. Bu söyleşide fotoğraflarını satmak istemediğini çünkü insanların acılarının ticari bir amaçla kullanılmasına karşı olduğunu belirtti. Acıya duyarsızlaşan toplumu ve buna hizmet eden kapitalist medya gösterilerini eleştirdi. Gazze halkının onurunu korumak için mücadele etmeye devam etse de değişimi göremediği için umudunu kaybettiğini de ekledi. Bu yüzden protestolara katılmadığının da altını çizdi. İsrail’in ülke çıkışlarında izin vermediği çok zorlu bir dönemde Katar’a geçmeyi başardı. O zamandan beri de etkinliklere katılarak, medya mensupları, diplomatlar ve üniversite bileşenleriyle görüşerek halkı için çabalamaya ve dünyanın bakışlarını Filistin’e çevirerek farkındalık yaratmaya devam ediyor.
Görsel Hafıza ve Fotoğrafın Politik Rolü
Yazar: Dilba Akar
Günümüzde terk edilmiş mekanları keşfedip fotoğraflamayı amaçlayan bir gezi akımı yaygınlaşmaya başladı. Urbex adı verilen bu akımda şehirlerde tam anlamıyla kuş uçmaz kervan geçmez denilebilecek yerlere girilerek- çoğu zaman izinsiz bir şekilde- birçok keşif yapılıyor. Bu keşiflerde insanlar birçok kayıp fotoğraf, eşya veya hikayenin gün yüzüne çıkmasına da katkı sağlıyor. Ancak tabii ki popüler bir estetik pratiğe dönüşmüş olması sebebiyle göz ardı edilen bazı gerçekler de var.
Öncelikle bu keşfedilen yerler yalnızca çürüyen yapılardan ya da doğaya terk edilmiş harabelerden ibaret değil. Birçok durumda bu mekânlar, arkalarında ağır tarihsel travmaları, zorunlu göçleri, asimilasyonu ya da doğrudan soykırımları barındırıyor. Bu estetikleştirilen “yıkıntıların” çoğu, aslında toplulukların sistematik biçimde silinmesine tanıklık etmiş alanlar. Örneklerini başta ülkemiz olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde görmek mümkün.
Bunların başında Hasankeyf geliyor. Binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu kadim yerleşim, Ilısu Barajı’nın sularına gömüldü. Artık Hasankeyf, geçmişin izlerinin yerine batılı turistlerin kano yaptığı “yeni bir doğa harikası” olarak lanse ediliyor. Oysa bu suların altında sadece taş yapılar değil, bir halkın hafızası, yaşam tarzı ve kimliği de gömüldü. Elimizde yerel halkın eski hayatına dair kanıt ve anı niteliğinde çekilmiş fotoğraflar kaldı. Birçok insan için doğup büyüdükleri yerler artık birer fotoğraf karesinden ibaret.
Okulumuzda söyleşi yapma şansını yakaladığımız fotoğrafçı Ateş Alpar suların yükseldiği dönemde çevre köylere giderek fotoğraflama imkanı bulmuştu. Kendisinden göstermek istediğim fotoğrafları inceleyerek yaşanan trajedinin bir doğal afetten ziyade açıkça bir kültürel yıkım politikası olduğunu vurgulamak istiyorum. Alpar, Taş Kabuk Sessiz adlı derlemesinde ekolojik ve kültürel sömürüyü gözler önüne seriyor. Tamamına buradan erişebilirsiniz.
Bizzat tanık olduğum bir hikâye yaşadığım şehir olan Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yaşandı. 2015-2016 yıllarında yaşanan çatışmalar ve sonrasındaki yıkım süreci, sadece bir kent dokusunu değil, aynı zamanda kadim bir kültürel mirası hedef almıştı. Sur’un sokakları, taş evleri, kiliseleri, camileri ve hanları; binlerce yıllık bir ortak yaşam tarihine tanıklık etmişti. Ancak çatışmaların ardından uygulanan geniş ölçekli yıkım ve yeniden inşa politikaları, bu tarihi dokuyu büyük ölçüde yok etti. Çoğu mahalle ve tarihi eser çevresine yıllarca giriş sağlanamadı ve sokağa çıkma yasakları sürdü. Fotoğrafçılar ve sivil inisiyatifler, çatışma öncesi ve sonrası Sur’u belgeleyerek bir hafıza arşivi oluşturmaya çalıştı. Çünkü yok edilen sadece yapılar değil, bir halkın belleği, gündelik yaşamı ve mekânla kurduğu bağdı. Olayların 10. yıldönümünde tarihi eserlerin restorasyonu çoğunlukla tamamlanmasına rağmen yerel halk hala evlerine kavuşamadı.
Hatay’da 2023 depremleriyle yerle bir olan kent dokusu da benzer bir unut(tur)ma tehdidiyle karşı karşıya. Binlerce yıllık mirası barındıran bu şehir, bir anda hem insanların yaşam alanları hem de tarihî yapılarıyla haritadan silinircesine yok oldu. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, Hatay’da hâlâ binlerce insan barınma sorunu yaşıyor. Hâlâ evsiz kalan, geçici yapılarda ya da çadırlarda yaşam mücadelesi veren insanlar var.
Bu belgeleme çalışmalarının önemi en çok anladığımız örneklerden olan Gazze’de yaşanan katliam ve yıkım, bugün sadece politik değil, aynı zamanda görsel bir belgeleme savaşı da. Bombalanan evler, okullar, hastaneler ve onların öncesine dair anılar, sivil ve profesyonel fotoğrafçılar tarafından belge haline getiriliyor. Bu görüntüler bir yandan uluslararası kamuoyuna seslenme işlevi görürken, diğer yandan da geleceğe kalan tek tanıklık aracı. Çünkü unutmak, ikinci bir yıkım anlamına geliyor.
Filistinli yazar ve gazeteci Plestia Alaqad, 2023'te başlayan Gazze savaşını sosyal medya hesapları aracılığıyla günlük olarak ele almasıyla uluslararası ilgi gördü. Kendisinin savaşın şehrini yıkmasına tanıklığıyla ilgili yaptığı paylaşımı buradan inceleyebilirsiniz.
Benzer olarak yakın geçmişte başlayan İran-İsrail arasındaki gerilim sonucu Tahran’daki halkın evlerini terk ederken son kez çektikleri fotoğraflar sosyal medyada büyük yankı uyandırmıştı.
Geri dönme umuduyla evlerine dair bir kanıt saklamak, anılarını ‘hapsedebilmek’ için üzerlerinde notlarla paylaşım yapmışlardı. Savaşın durulduğu zamanda Gazze, Ukrayna ve Suriye’deki binlerce insan geri döndüklerinde yalnızca harabelerle karşılaştılar.

İşte tam da bu noktada fotoğrafın dünya genelindeki tüm yerinden edilmiş, asimile edilmiş ya da yok sayılmış halklara dair güçlü bir politik rol oynuyor. Fotoğraf unutturulmaya çalışılan yaşamların, mekânların ve hafızaların taşıyıcısı olur. Hasankeyf için Ateş Alpar’ın çalışmaları ya da Gazze için pek çok sivil ve profesyonel fotoğrafçının belgeleme çabaları, yalnızca birer sanat projesi değil; aynı zamanda direnişin ve hatırlamanın araçlarıdır.
Boğaziçi’nde “Alternatif Mezuniyet”
Yazar: Hilal İlhan
Boğaziçi Üniversitesi bu yıl 158. mezuniyet törenini düzenliyor. Kayyum yönetimin atanmasından önce mezuniyet törenleri, üniversitenin Uçaksavar Kampüsü'nde tüm bölümlerin öğrencileri ve akademisyenleriyle birlikte toplu bir şekilde yapılıyordu. Mezunların döviz ve pankart taşıdığı mezun geçidi de toplu mezuniyetin bir parçasaydı. 2021’den bu yana toplu mezuniyet, yönetim tarafından çeşitli nedenler gösterilerek düzenlenmiyor. Bunun yerine, birkaç güne yayılan törenlerle fakülte öğrencileri için ayrı ayrı mezuniyet törenleri düzenliyorlar. Üniversite idaresi ise bu törenlere katılmıyor.
Bu senenin mezunları üniversitemizdeki değişikliklere yakından tanıklık etti. Burada hepimizin çok iyi bildiği olayları tek tek sıralamayacağım ama kampüsteki günlük yaşantımızdan silinen birkaç noktaya değinmek istiyorum. En basitinden kütüphanenin en üst katındaki cam kenarı masalarda çalışmayı, toplantılarımızı Hamlin Hall'daki kulüp odamızda almayı, Kuzey Kampüs'e girerken Study'de bir arkadaşımı görüp selam vermeyi özlüyorum ve eminim ki birçok arkadaşım da böyle hissediyor.
2021'de ilk defa düzenlenen Alternatif Mezuniyet’te Feyzi Erçin hocamızın konuşması neden böyle hissettiğimizi çok güzel açıklıyor: "Kamusal bir mekânı sığınacak bir yuvaya çevirebilmek, güvenli bir alan, ev hâline getirmenin yansıması. Bunu çok devrimci buluyorum. Çünkü siz, kendini hiçbir yerde evinde hissetmeyen nesillerin size iktidarlık, hocalık ve ebeveynlik yaptığı bir dönemde kendi evinizi üretebildiniz. Kendi geleceğinizi ve güvenli alanlarınızı inşa edebilme umudu, güney çimlerdeki özgürlüğünüze sahip çıkışınızda."
Feyzi Erçin konuşmasına şöyle devam ediyor: "O yüzdendir ki bu mezuniyet sizin okuldan ayrılmanız değil, okulda kimsenin görmezden gelemeyeceği fikri bir parçanızı bırakarak devam ettiğiniz bir yolculuk anlamına geliyor. O parçanız ki kardeşleriniz sizlerden bir miras olarak taşıyacak ve büyütecek."
Bu noktada bize düşen görev, yıpratılmaya çalışılan bu kültürün sadece hatırlayıcıları olarak kalmak değil, aktarıcıları da olmak. Yine eminim ki birçok arkadaşım da buna inanıyor ve bu gaye için çabalıyor. Toplu mezuniyetin inatla düzenlenmemesine tepki olarak doğan Alternatif Mezuniyet de bunun kanıtı niteliğinde.
Yok edilmeye çalışılan bir gelenekten yeni bir ''alternatif" geleneğin doğması aslında mirası koruyarak dönüştürdüğümüzü gösteriyor.
Son 4 senedir olduğu gibi Alternatif Mezuniyet’te sıra arkadaşlarımızı mezun ediyor, mücadelemizi büyütüyoruz ve kayyum yönetimin düzenlememe kararı aldığı toplu mezuniyeti Boğaziçililer olarak kendi emeklerimizle örüyoruz.
2 Temmuz'da Güney Meydan'da buluşmak üzere.
Boğaziçi Pride Arşivi
Yazar: Ceren Karakuş

Seyir Köşesi: “The Salt of the Earth” (2014)
Yazar: İrem Ünlüer
The Salt of the Earth, 2014 yapımı bir Fransa-Brezilya ortak belgeseli. Yönetmen koltuğunda Wim Wenders ve Juliano Ribeiro Salgado oturuyor. Anlatılan ise Brezilyalı sosyal fotoğrafçı Sebastião Salgado’nun hayatı ve objektifiyle dünyaya tanıklığı.
Belgesel, Salgado’nun dünyanın dört bir yanına yaptığı yolculukların izini sürüyor ve seyircisini savaşlardan açlığa, göçlerden doğanın hem kırılgan hem de büyüleyici yüzüne sürükleyen geniş bir fotoğraf serüvenine davet ediyor. Her karesinde başka bir coğrafyanın acısını, direncini ve umudunu taşıyan bu fotoğraflar, izleyiciyi yalnızca görsel değil, aynı zamanda duygusal bir yolculuğa da çıkarıyor. Ancak bu tanıklık, zamanla Salgado için ağır bir ruhsal yüke dönüşüyor. Gördükleri onu içten içe tüketirken, çareyi çocukluğunun topraklarına dönmekte buluyor. Eşi Lélia ile birlikte, Brezilya’daki harap olmuş doğup büyüdüğü toprakları yeniden yeşillendirerek Instituto Terra’yı kuruyorlar. Böylece doğaya ve kendilerine nefes alabilecekleri, umut dolu bir alan yaratıyorlar. Belgesel, izleyiciye “Doğanın yıkımı geri çevrilebilir.” mesajını güçlü biçimde iletiyor.
“Herkes, türümüzün ne kadar korkunç olabileceğini görmek için bu fotoğraflara bakmalı.” -Sebastião Salgado
“Sinema hiçbir şeyi değiştirmez; ama insanların birçok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey, filmler değil; o filmleri izleyen insanlardır.” -Kieslowski
The Salt of the Earth, Salgado’nun hayatı,bakış açısı ve çektiği fotoğraflar sayesinde dünyaya daha dikkatli, daha duyarlı bakmak isteyen herkes için mutlaka izlenmesi gereken bir belgesel.
Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz Salgado’yu da bu vesileyle saygıyla anıyoruz.
KAYNAKÇA:
https://medyascope.tv/2021/09/08/bogazici-universitesinde-alternatif-mezuniyet-toreni-bu-cimler-binalar-sizin-ozgurluk-icin-direnisinizi-on-yillarca-tasiyacak/