BÜFOK Bülten - 30 Mayıs
Karanlık oda, Fotoğrafçılıkta Kübizm, Nü Fotoğrafçılık, The Falling Man, Diane Arbus'un biyografisi ve çok daha fazlası.
Editör: Elif Tercan
Bu sayımızda:
Karanlık oda ve kullanımı hakkında temel bilgiler sunuyor,
Picasso ile adeta özdeşleşmiş olan Kübizm akımının fotoğrafçılıktaki kullanımlarına göz atıyor,
Nü fotoğrafçılığının tarihinden ve yarattığı çeşitli tartışmalardan bahsediyor,
“Fotoğrafın Kafka’sı” olarak da bilinen Diane Arbus’un hayatı hakkında bilgi ediniyor,
“İz” köşemizde “The Falling Man” fotoğrafına değiniyor,
Okuma ve izleme önerilerinde bulunuyoruz.
BÜFOK’ta neler oluyor? 👀
Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü olarak bir eğitim dönemini daha geride bıraktık! Bu ay, çok sevgili üyelerimizle gerçekleştirmeyi en sevdiğimiz etkinlik olan Fotoğraf Yorumlama etkinliğimizle koskoca bir seneye veda ettik.
2022-2023 yılı BÜFOK Yönetim Kurulu'na ufak bir teşekkür etmek isteriz.
En zor durumda bile bizi bir araya getirip sakinliğini koruyan canımız kulüp başkanımız İzem Selena Dağhan ve fotoğraf yorumlamalar gibi kulübümüzün de vazgeçilmezi olan başkan yardımcımız Güngör Kerem Dilaver’e ne kadar teşekkür etsek az! Ekibinizde yer almak çok keyifliydi.
Bu yıl kulüp bütçesini tüm zorluklara rağmen açık vermeden teslim eden saymanımız Zeynep Alkır’a, gece gündüz demeden maillerimizi hazırlayan, BÜFOK Bülten’in editörü yazmanımız Elif Tercan’a, KAK'ta bizi temsil eden kaplanlarımız Elif Cansu Kumanlı ve Burak Cem Onan’a, görsel içeriklerimizi hazırlayan sosyal medya sorumlumuz Ceren Karakuş’a, ekipman sorumlumuz Ahmet Hikmet Çeşme’ye, her işe koşan üyemiz Batuhan Yılmaz ve biricik koordinatörlerimiz Dilba Akar, Emir Ergül, Hilal İlhan, Işıl Gözet, Melike Dere ve Zehra Özbebek’e sonsuz teşekkürler. Sizlerle yeri geldiğinde ciddi ve gergin toplantılar alıp yeri geldiğinde de frizbi oynamak çok eğlenceliydi!
2023-2024 Yönetim Kurulu'nu bu senenin yönetim kurulu ve aktif üyelerimizin oylarıyla belirledik.
Başkan - Elif Cansu Kumanlı
Başkan Yardımcılarımız - Zeynep Alkır ve Burak Cem Onan
Yazman - Dilba Akar
Sayman - Batuhan Yılmaz
KAK Temsilcilerimiz - Ceren Karakuş ve Işıl Gözet
Sosyal Medya Sorumlumuz - Melike Dere
Ekipman Sorumlumuz - Hilal İlhan
YK Üyelerimiz- Bilal Yazıcı ve İlke Kırca
YK Yedek Üyemiz - Eslem Turan
Herkese yeni görevlerinde başarılar diliyoruz! Barış, adalet ve sevgi dolu bir yıl olması dileğiyle🫶🏼
FOTOĞRAF 101🎞️: Karanlık Oda
Yazar: Işıl Gözet
Karanlık oda, filmlerin banyo yaptırıldığı, kart baskılarının yapıldığı ve bu işlemlerin yapılması için çeşitli araç gereç ve kimyasalların bulunduğu ışıktan yalıtılmış özel bir odadır. Karanlık oda kavramı 19. yüzyılın başlarından, yani fotoğraf makinesinin icadından beri kullanılmaktadır. Bu terim ilk olarak 1841 yılında kullanılmıştır. Karanlık oda terimine duyulan ihtiyaç Louis Daguerre’in Dagerotip adı verilen tekniği bulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Karanlık odalar tarihsel süreçte her ne kadar şekil ve boyut olarak değişmiş olsa da değişmeyen bir şey var: Ortamın karanlık olması. Karanlık oda kullanımı, yeni öğrenen biri için zor ve karışık gibi gözükse de, biraz pratik ve el alışkanlığıyla kendi evinizde bile hazırlayabileceğiniz bir düzenekle filmleri kolayca yıkamak mümkün. Aslında karanlık oda her ne kadar birçok ekipman barındırsa da en önemli faktör, adı üstünde bu ortamın karanlık olmasıdır. Zaten odanın kullanımını zor kılabilecek en kritik etken de tüm bu film yıkama sürecini zifiri karanlık bir odada yapmak zorunda olmanız.
Şimdi kulübümüzün deneyimli üyesi Ahmet Efe Ekici’den öğrendiklerimizle karanlık oda ekipmanları ve film yıkama sürecini anlatıyoruz. Ahmet Efe’ye teşekkür ederiz.
Püf noktası: Makinenizden çıkardığınız filmi kutusundan çıkarmadan önce, tüm ekipmanlarınızın ve karanlık odanızın hazır olduğuna emin olmalısınız. Zira ışığa maruz kalan filmler yanıyor ve kullanılmaz hale geliyor.
Ekipmanlar kolaylıkla erişilebilecek bir yere, tercihen kullanım sırasına göre yerleştirilmelidir. Banyo işlemi başladıktan sonra odada hiç ışık olmaması gerektiği için güvenebileceğiniz tek şey önceden kurduğunuz ekipman düzeni. Düzeni sağlamadıysanız ise el yordamınız ve bolca sabır.
Malzemeler: Agrandizör, eldiven, film banyo küveti, makas, makara, film banyo tankı, film açacağı, kimyasallar, karıştırma kabı, huni, kronometre, safelight (kırmızı ışık), karıştırıcı, kettle, solüsyon, su. Malzemeler İstanbul Sirkeci’deki bazı analog fotoğraf dükkanlarından temin edilebilir. BÜFOK olarak biz, Pamuk Ticaret’i öneririz. Tabii ki malzemeleri internette de bulmak mümkün. Diğer önemli notlar: Agrandizör fotografik baskı yapmak için kullanılan özel bir çeşit projektördür. Karanlık odadaki en önemli ekipmanlardan biridir. Küçük negatif filmi, genişleterek fotoğraf kağıdına basılacak boyuta getirir.
Safelight: Bazı filmlerde ya da fotoğraflarda karanlık oda gösterilirken genelde kırmızı bir ışık odayı aydınlatıyor olur. Ancak hangi filmde görmüşsek görelim, karanlık oda kullanımı esnasında bu ışık dahi açılmamalıdır. Bu ışık yalnızca filmin banyo işlemi bittikten sonra agrandisörde kağıt baskı yaparken kullanılabilir.
Karanlık oda kullanımı: İlk olarak yıkanacak filmi kutusundan çıkarmak için film açacağı kullanılır. Açacak yardımıyla açıldıktan sonra, önceden bir kenara konulan makas yardımıyla film dibinden kesilerek sarılı olduğu plastik çubuktan kurtarılır. Filmi çıkarırken eldiven kullanmak, parmak izi ve olası bir zarar oluşmasını önlemek açısından önemlidir.
Çıkarılan film, makaraya dolanır. Bu ilk başta karanlıkta el yordamıyla yapması zor bir işlem olabilir o yüzden kullanılmayacak bir filmle bunu birkaç kez deneyerek el çabukluğu kazanmanız önerilir. Daha sonra makaralar, film banyo tankının içine yerleştirdiğimiz bir çubuğa geçirilir. (Bu tank sıvı geçirip ışık geçirmeyen özel bir yapıya sahiptir.) Ayrıca film yıkama tankında aynı anda farklı tür film yıkanması daha sağlıklı bir sonuç alınması açısından tavsiye edilmez. Çünkü film markası, modeli değiştikçe, filmlerin kimyasalları da kimyasalların tepkime süreleri de değişir. BÜFOK olarak odamızda bulunan film banyo tankı iki makara alabilecek bir kapasitede. Ayrıca dediğimiz gibi sadece tepkime süreleri eşit olan filmler aynı anda yıkabilir. Kulüp odamızın karanlık odasında tek film yıkanacaksa bile altta olan makarada yıkanacak filmimiz sarılı halde, üste olan makara ise boş bir şekilde tanka koyulmalıdır.
Bu aşamadan sonra kimyasallar devreye girer. Banyo için sırasıyla üç kimyasal kullanılır: developer, stopper ve fixer. Developer döküldükten sonra tank çalkalanarak içindeki film yıkanır. Bu işlemden sonra kimyasal, huni yardımıyla tekrar kullanılmak üzere bir şişeye boşaltılabilir. Tank suyla çalkalanır.
Sırasıyla stopper ve fixer için de aynı işlemler gerçekleştirilir. Bir başka önemli nokta ise kullanılan kimyasalların miktarı ve özellikle kullanım süresidir. Dijital truth chart ve benzeri sitelerden kullanılan filme göre kimyasalların oranını ve kullanım süresini bulmak mümkün. Bu hassas ve önemli bir aşama olduğu için ekstra dikkat etmekte fayda var. Karışımın sıcaklığı da filmlerin bozulmaması için önemlidir. Karışımın genelde 20 santigrat derece olması gerekmektedir. Sıvı termometresiyle kontrol edilip çok soğuksa su ısıtıcısında ısıtılan su kullanılarak, çok sıcaksa buz kullanılarak dengelenebilir.
Tüm bu işlemler bitirildikten sonra birkaç damla solüsyon ve göz kararı bir miktar suyla makine 5-6 defa çalkalanır. Son olarak tankın kapağı açılır. Film kurutulmak için asılır ve tebrikler! Filminiz 1-1,5 saat içinde kuruyacak ve kullanıma hazır olacak!
Kuş Bakışı🦅: Nü Fotoğrafçılık
Yazar: Dilba Akar
Fransızca ‘nu’ kelimesinden gelen Nü sanatı, insan bedeninin çıplak şekilde resmedildiği eserlere verilen isimdir. Doğayı incelerken insan vücudunun da aslında birçok güzelliği bünyesinde bulundurduğunu fark eden sanatçılar, çeşitli tasvir yollarıyla çıplak insan bedenini sanatlarının içinde kullanmaya yöneldiler. Sanatçılar Nü resmi sadece çıplaklığın aktarılması olarak görmediler. Eserlerinde cinsel dürtüleri aşan ve insan formunun güzelliğini tavır, duruş ve duygular olarak ifade eden bir içerik sundular. Nü sanatı, fotoğrafçılıkta da kullanılmaya başlandı ve bu kullanım giderek yaygınlaştı. Böylece, insanın değiştirilmemiş en doğal halini yansıtan ve “gerçek portre” olarak da tanımlanan bir türe evrilmeye başladı. Kıyafetlerin aradan çıkması, objektifteki bireyin sadece beden diliyle sanatın merkezinde olmasını da beraberinde getirdi. İnsan duygularını derinlemesine anlaşılabilir olarak sunması ve toplum standartlarına başkaldıran bir tarzda olması ile günümüzde öne çıkan bir fotoğrafçılık türü oldu. Nü fotoğrafçılık, sanatsal kreasyonlar, eğitimsel kullanımlar gibi farklı amaçlarla yapılabildiği gibi, beden olumlaması gibi sosyal mesajlar için de tercih edilebiliyor.
Tarihsel gelişimine bakacak olursak, nü tekniğin resim sanatındaki ilk örneklerine, Antik Yunan ve Roma’da Tanrıları onurlandırmak için resmedilen çıplak bedenli atletlerde rastlıyoruz. Klasik dönemde nü unsurların savaşçı, tanrı ve tanrıçaların ideal kahramanlar olarak imgelenmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Zafer ve onuru temsil eden çıplaklık, Rönesans döneminde daha canlı ve gerçeğe yakın tasvirlerle birlikte farklı anlamlar kazandı. Çıplak bedenlerin tasviri erkeklerde ilahi gücün, kadınlarda ise bereketin ve doğurganlığın sembolü olarak kullanıldı. Hristiyanlık döneminde, vücudun açık resmedilmesinin rahatsız edici ve insanlarda arzu uyandırıcı olması düşüncesiyle birlikte genellikle azizlerin ve kutsal kahramanların tasvirlerine yer verildi.
Fotoğrafçılık sanatında ilk nü çekimler düşük ışıklı, flu mercekli ve vinyetli şekilde karşımıza çıkıyordu. 19. yüzyılda ressamlar, resim çizerken model kullanmak yerine modellerin nü fotoğraflarını çekerek o fotoğrafları kullanmaya başladı. Fakat fotoğraflar, renksiz (monokrom) olmaları sebebiyle ressamlar için canlı resimler elde etmenin önünde bir engel oluşturuyordu. O dönemlerde nü resimlerden daha çok tartışmaya sebebiyet veren nü fotoğrafçılık, sansürden kaçınmak için öğrenciler ve ressamlara referans olarak sunuluyordu.
Sanat fotoğrafçılığının gelişmesi ve eski klasik alegorisinden kurtulmaya başlaması ile birlikte fotoğrafçılar bu sanatı temsil, cinsellik ve kimlik gibi konuları incelemek için kullanmaya başladılar. Kadın fotoğrafçılar, yaygın olarak erkek sanatçılar tarafından yapılan bu uğraş ile eskiye nazaran daha fazla iç içe olmuş, erkekler fotoğrafçılar ise çektikleri nü otoportreler ile bireylerin toplumda genel kabul gören maskülenite ve duygusallık tanımlarını yeniden gözden geçirebilmesini sağlamışlardır.

Nü sanat, birçok yazarın fotoğraf ve sanat yorumladıkları eserlerine de konu olmuştur. Kenneth Clark, Nü adlı eserinde çıplaklığı giysisiz kalmak olarak tanımlar. John Berger ise Görme Biçimleri’nde çıplak olmayı insanın kendisi olması ile ilişkilendirir. Nü ise insanın başkalarına çıplak görünmesidir, burada beden nesne konumuna gelmiştir.
Nü fotoğraflarda vücudun hatları, farklı formlardaki kompozisyonu ve ışık altındaki dokusunun öne çıkarılması hedefleniyor. Nü sanat, toplumun bünyesinde bulundurduğu insanların sanat anlayışları, değer yargıları gibi birçok unsura bağlı olduğundan her toplumda aynı algılanmıyor ve birçok toplumda hala bir tabu olarak görülüyor. Sanat camiasında nü fotoğrafların bir sanat eseri olarak kabul edilip edilmemesi hala tartışmalı bir konu olmayı sürdürüyor.
Nü fotoğraflar, genellikle erkek fotoğrafçılar tarafından çoğunluğu kadın modellerden oluşan çekimler olduğu için cinsiyet politikalarına da büyük oranda konu olmuştur. Kadın bedenini objektifine alarak nesneleştirmesi, cinsiyetçi stereotipleri ve toplumdaki cinsiyet normlarını yansıtması, tartışmalara ve eleştirilere konu olmasına sebep olmuştur. Bir diğer unsur ise kadın bedenlerinin sergilenirken güzellik, çekicilik ve cinsel arzu ile ilişkilendirilirken erkek bedenlerinin fiziksel güç ve otorite ile bağdaştırılmasıdır. Son yıllarda bu sektörde kadın fotoğrafçıların görünürlüğünün artması ise, nü fotoğrafçılığın daha eşitlikçi bir bakış açısı altında ele alınması için önemli bir adım olmuştur.
Üyemiz Ahmet Efe ile gerçekleştirdiğimiz fotoğraf üzerine okumalar serisinde, John Berger’in Görme Biçimleri üzerine konuşurken, 2. oturumumuzda tam da bu konuyu ele almıştık. ‘Male gaze’ etkisini gözetmeden nü fotoğraf çekmenin yolları olabilir mi? Toplumların nü fotoğraflara erotik anlamlar yüklemeden değerlendirmesi mümkün mü? Peki siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İZ: The Falling Man
Yazar: Melike Dere
11 Eylül 2001'de dünyada sansasyonel bir etki yaratan terör saldırısında iki ünlü kule yıkıldı. Bu trajediyi tasvir eden "The Falling Man" fotoğrafı, dünya çapında muazzam bir etki yarattı. Amerikalı fotoğrafçı Richard Drew'ın 11 Eylül 2001'de New York'taki Dünya Ticaret Merkezinde meydana gelen terör saldırılarını haber yapmak üzere olay yerine gittiği sırada çekilen bu fotoğraf, New York'taki İkiz Kuleler'ın yıkılma sürecinde dışarıya atlayan ve boşluğa düşen bir adamı gösteriyor. Fotoğrafçı, bu çarpıcı fotoğrafıyla Pulitzer Ödülü'ne aday gösterildi ancak bir terör saldırısının birey üzerindeki etkisini tüm şeffaflığıyla gözler önüne seren bu fotoğrafın ardından toplumda Drew'ın fotoğrafının etik tarafına dair tartışmalar başladı.
Bu görüntü, 11 Eylül saldırılarının insanlık üzerindeki en derin etkisini temsil ediyor ve etik tartışmaların merkezinde yer alıyor. Kimliği asla tam olarak belirlenemeyen bu adam, insanlık için bir sembol haline geldi. O anın korkusu, çaresizliği ve trajedisi fotoğrafın her bir pikselinde yankılanıyor. Bazı insanlar kurbanın son anlarını yansıtan bu fotoğrafın yayınlanmasına yeterli hassasiyetin gösterilmediğini öne sürüyor. Bazılarına göre ise bu fotoğraf, insanlara büyük bir trajedinin ölçüsünü gösterebilmek adına bir görsel belge niteliğinde. Yıkıcı etkiye sahip terör saldırılarının bireyin üzerindeki psikolojik ve duygusal etkilerini kanıtlar nitelikteki bu fotoğraf, hem toplumsal hem de bireysel trajedileri gözler önüne sererek insanlık üzerinde unutulmaz bir iz bıraktı.
Fotoğraf Akımları: Kübizm
Yazar: Ceren Karakuş
Kübizm; dünyaca ünlü ressam Pablo Picasso’nun adıyla neredeyse değişimli olarak kullanılsa da, bu akımın sanat öncülerinin arasında Marcel Duchamp, Georges Braque, Fernand Leger gibi sanatçılar da bulunuyor. Soyut sanatın en önemli dallarından biri haline gelmiş olan kübizm, 1907-1914 yılları arasında ortaya çıkmış ve Picasso’nun 1907’de resmettiği çoğunuzun aşina olduğunu tahmin ettiğimiz tablosu Les Demoiselles d’Avignon, ilk kübist resim olarak kabul edilmiştir.
Kübizm genel anlamda sanatın icra edildiği ve iki boyuta sıkışmış bağlamın (tuval, fotoğraf düzlemi, vs.) benimsenmesi, özümsenmesi ve derinliğin farklı açılardan bakıldığında anlaşılması temeline dayanır. Bu açıdan realizmden sürrealizme yaklaşmış ve sanatçılar eserlerinde bir hiper-realizm yaratmayı hedeflemiştir.
Fotoğrafçılıkta kübizm ise ilk olarak 1982’de Rochester’da gerçekleşen “Cubism and American Photography, 1910-30” sergisinde gündeme geldi. Fotoğrafçılıkta kübist eserlerin yaratılışında uzun pozlama, aynı eser için farklı lenslerle çalışma, foto-kolaj gibi yöntemlere başvurulur. Photoshop programlarının kullanımı da doğal olarak son derece yaygın ve yardımcıdır. Eklediğimiz örneklerde de görüldüğü gibi kübist eserlerin konuları genellikle mimari, manzara ya da objeler olup eserler, nadiren salt insanlardan oluşur.
Fotoğrafçılıkta ve resimde kübist eserlerin yapım aşamalarını karşılaştıracak olursak da; bir ressam boyutu kendisi yaratır. Fotoğrafta son ürün iki boyutludur ancak fotoğrafçı konusunu sınırsız açıdan çekim yaparak ele alabilir. Ressam/sanatçı karışık medya çalışıyorsa tıpkı fotoğrafçı gibi düzenleme aşamasında yardımcı yazılımlardan ve programlardan yardım alabilir. Bu da bence tüm süreci daha da heyecanlı kılan ve sonsuz ihtimali doğuran, yaratıcılığa yeni bir boyut ekleyen kısım.
Biyografi: Diane Arbus
Yazar: Elif Cansu Kumanlı
14 Mart 1923 tarihinde, Yahudi varlıklı bir ailenin New York’taki evinde doğan Diane, sorunsuz bir çocukluk geçirmiş gibi görünse de, ailesiyle olan ilişkisinde her zaman samimiyetin eksik olduğunu düşündü. Sanırım bundan olacak ki, henüz 18 yaşındayken oyuncu ve fotoğrafçı Alan Arbus ile dünya evine girdi. Eşiyle beraber bir fotoğraf stüdyosu açtıktan sonra moda fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaştılar ve Vogue, Harper’s Bazaar gibi ünlü dergilerle çalışarak sosyal ve iktisadi sermayeye ulaştılar. Stüdyodaki iş bölümü Alan’ın fotoğrafçılık, Diane’in ise sanat direktörlüğü ile ilgilenmesi yönünde gerçekleşince Diane işinden pek de zevk alamadı. Çocukluğundan beri ‘mükemmel’ görünen hayatında, belki de birçok insanın hayal ettiği gibi yaşarken eşinden boşandı. Kendisine bir fotoğraf makinesi aldıktan sonra toplumun marjinal görünen kesimlerinin arasına karışarak 20. Yüzyılda portre fotoğrafçılığına yön verdi. Siyah beyaz cesur pozlar yakalayan Diane, milletlerin kendi içlerinde ötekileştirdikleri travestileri, geyleri, cüceleri, develeri, nüdistleri, ikizleri ve daha nicelerini; onların arasına karışarak, birlikte yaşayarak samimi ve doğal bir şekilde fotoğrafladı. Çoğu insan hayatını travmatik olaylardan kaçarak ve başlarına gelecek olumsuz her şeyden korkarak yaşarken kendi travmalarıyla doğanları tüm dünyaya göstermek istedi ve bundan dolayı hep ‘ucube fotoğrafçısı’ olarak anıldı. En ünlü eserlerinden biri olan Yumurta İkizleri (1967) kült korku filmi The Shining’te gördüğümüz ürkütücü ikizlere ilham verdi.
Çalışmaları çok ses getiren Diane, melankolik bir ruh haline sahipti ve ünü/tanınmayı kaldıramadığı söyleniyordu. 26 Temmuz 1971 tarihinde yüksek doz uyuşturucunun da etkisiyle bileklerini keserek hayatına son veren Arbus’un ünü intiharıyla daha da arttı. Siyah beyaz portre fotoğrafçılığının önde gelen isimlerinden Fotoğrafın Kafka’sı Diane Arbus, birçoğumuza çalışmalarıyla ve dünya görüşüyle ilham olmaya devam ediyor. Kendisini merak ettiyseniz 2006 yılında Nicole Kidman’ın başrolü olduğu ‘Fur: The Imaginary Portrait of Diane Arbus filmine de göz atabilirsiniz.
Seyir Köşesi 👀: Işığın masalları
Yazar: Burak Cem Onan
Netflix’in altı bölümlük kısa bir belgesel serisi olan ‘Tales by Light’, izleyicisine her bölümde yola farklı bir amaç uğruna çıkmış bir fotoğrafçının hikayesini sunuyor. İzleyici olarak aynı zamanda fotoğrafçıların yolculuklarının bir parçası olmamızı sağlayan bu belgesel sayesinde; Darren Jew, Richar L’Anson, Krystle Wright, Art Wolfe ve Peter Eastway gibi çeşitli alanlarda ustalaşmış isimlerin fotoğrafa bakışının arkasındaki felsefeyi öğrenme şansı yakalıyoruz. 23’er dakikalık bölümlerden oluşan bu kısa belgesel serisi sunduğu estetik ve sayısız enteresan bilgi açısından kesinlikle bir şansı hak ediyor.
Okuma Köşesi 📚: Susan Sontag- Fotoğraf Üzerine
Yazar: Dilba Akar
“Fotoğraf toplamak, dünyayı biriktirmektir.”
Fotoğraf icat edildiği ilk andan itibaren hayatımıza neler kattı? Her kesimden insanın kolaylıkla görüntü üretebilmesi, fotoğrafçılığın ideolojisini ve bizlerin bu sanata bakış açısını nasıl değiştirdi?
ABD’li insan hakları savunucusu Susan Sontag’ın, 1978 yılında Ulusal Kitap Eleştirileri Birliği ödülünü aldığı ‘Fotoğraf Üzerine’ eseri, fotoğrafçılığı teknik yönlerinden sıyırarak düşünsel yönlerini öne çıkarıyor. Diane Arbus, Robert Frank gibi ünlü fotoğrafçıların öne çıkan projeleriyle “fotoğrafa bakmak ve görmek”, “fotoğraf üzerine düşünmek” gibi konulara değinen Sontag, aynı zamanda fotoğrafçılığın resim,müzik, edebiyat gibi diğer sanat dallarıyla olan bağını irdeleyerek bize felsefi bir eser sunuyor.
"Fotoğraflar gerçekten de zaptedilmemiş deneyimlerdir; fotoğraf makinesi ise, biriktirmeye meyilli bilincin ideal kolu."
Fotoğrafçılık üzerine biraz daha kavramsal boyutta bir okuma isterseniz, bu eseri okuyabilirsiniz. Fotoğrafçılığın baş döndürücü hızda gelişimini felsefi yönden irdelemenin ve fotoğrafçılık sanatını daha derinden anlayıp yorumlayabilmenin her fotoğrafsever için önemli olduğunu düşünüyor, ve herkese bu kitabı şiddetle tavsiye ediyoruz.
Bültenimizi okuduğunuz için teşekkür ederiz. Sonraki sayımızda görüşmek üzere!